Genç nüfusta kanser neden artıyor
Genç Yetişkinlerde Artan Kanser Sıklığı ve Obezite İlişkisi
Genç yetişkinlerde artan kanser sıklığı önemli bir halk sağlığı sorunu olarak ortaya çıkmıştır. Ulusal düzeyde yapılan bir çalışmada, 2010’dan 2019’a kadar erken yaşta başlayan kanserlerin toplam insidansının arttığını, buna karşılık 50 yaş ve üzerindeki bireylerde kanser insidansının azaldığını göstermiştir. Aynı dönemde, fazla kilo ve obezite tüm yaş gruplarında giderek daha yaygın hale gelmiştir; ancak bunların erken başlangıçlı kanserlerdeki artışa katkısı yeterince araştırılmamıştır.
Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı, obeziteyi 13 kanser türü için artmış riskle ilişkilendirmiştir: meme, kolorektal, böbrek, endometriyal, tiroid, pankreas, karaciğer, multipl miyelom, gastrik kardia, menenjiyom, over, özofagus adenokarsinomu ve safra kesesi.
Preklinik modeller, obezite ve enerji yoğun, besin değeri düşük diyetlerin onkogenez sürecini hızlandırdığını, daha erken başlayan ve daha agresif hastalıklara yol açtığını göstermektedir. Bir meta-analiz, metabolik disfonksiyon ve adipozitenin her birinin bağımsız olarak kanser riskini artırdığını ve metabolik olarak sağlıksız obez bireylerin en yüksek riski taşıdığını ortaya koymuştur.
Bununla birlikte, metabolik olarak sağlıksız normal kilolu ve metabolik olarak sağlıklı fazla kilolu/obez fenotiplerin de artmış kanser insidansı taşıdığı gösterilmiş, Vücut kitle indeksi tek başına yetersizliğine işaret edilmiştir. Normal Vücut kitle indeksi sahip postmenopozal kadınlarda yapılan uzun dönemli prospektif bir çalışmada gövde yağında her 5 kg’lık artışın, vücut kitle indeksi kategorisinden bağımsız olarak östrojen reseptör pozitif meme kanseri riskini %56 artırdığını; bu etkinin insülin, leptin, C-reaktif protein ve IL-6 düzeylerindeki artışla ilişkili olduğunu bildirmiştir.
Sağlık Eşitsizliklerini Tetikleyen Faktörler
Obeziteyle ilişkili kanser eşitsizlikleri, özellikle dezavantajlı ırksal ve etnik topluluklarda diyet kalitesini ve fiziksel aktiviteyi etkileyen yapısal adaletsizliklerden kaynaklanmaktadır. İşlenmiş gıdaların artan tüketimi, uygun fiyatlı ve besleyici gıdaya erişimde sistematik engellerle karşılaşan renkli toplulukları orantısız biçimde etkilemiştir. Yoksulluk düzeylerinden bağımsız olarak, Afrika kökenli Amerikalı ve Hispanik mahallelerde süpermarket sayısı daha az, fast-food ve bakkal tarzı işletmeler ise daha fazladır. Bu eğilimler, gıda güvensizliği, sınırlı mahalle kaynakları ve daha geniş sosyal belirleyiciler tarafından şekillenir; düşük diyet kalitesi ve yüksek obezite oranlarına katkıda bulunur. Örneğin, sebze ve tahıl tüketiminin Afrika kökenli Amerikalı topluluklarda düşük olduğu, şekerli içecek tüketiminin ise hem Afrika kökenli Amerikalılar hem de Hispanikler arasında orantısız şekilde yüksek kaldığı bildirilmiştir; her iki faktör de kanser riskini artırır ve sağlık sonuçlarını kötüleştirir.
Obezitenin Kanser Sonuçlarına Etkisi
Obezite, yineleme ve sağkalım da dahil olmak üzere kanserle ilişkili sonuçları olumsuz etkiler. 203 çalışmayı kapsayan ve 6,3 milyon kanser hastasını içeren kapsamlı bir meta-analizde, obezitenin tüm nedenlere bağlı ölümleri %14, kansere özgü ölümleri %17 artırdığı, yineleme riskini ise %13 yükselttiği bulunmuştur.
Bu eğilimler meme, kolorektal, uterin, prostat ve pankreas kanserli hastalarda görülmüştür. Özellikle aşırı kilo, erken başlangıçlı kolorektal kanser riskini anlamlı ölçüde artırır; fazla kilolu olmak riski 1,2 kat, obezite ise 1,5 kat yükseltmektedir.
Temel Biyolojik Mekanizmalar
Özellikle santral veya visseral obezite, hiperinsülinemi, proinflamatuar sitokinler, değişmiş adipokin profilleri ve ekstrasellüler matriks yeniden şekillenmesi yoluyla metastazı kolaylaştırabilen tümör dostu bir mikroçevreyi teşvik eder. Obezite, birbirine bağlı birçok biyolojik mekanizma aracılığıyla kanser gelişimini ve ilerlemesini destekler.
- Endokrin etkiler: Yağ dokusu bir endokrin organ gibi işlev görür. Periferik yağdaki artmış aromataz aktivitesi, androjenlerin östrojene dönüşümünü artırır. Bu durum, doku ve dolaşımdaki östrojen düzeylerini yükselterek meme, endometriyal ve over gibi hormon duyarlı maligniteleri teşvik eder.⁶
- İnsülin/IGF-1 sinyali: Obezitenin neden olduğu insülin direnci ve buna eşlik eden hiperinsülinemi, insülin ve IGF-1’in mitojenik ve antiapoptotik sinyallemesini artırır; bu da kolorektal, prostat, böbrek ve endometriyal kanserlerin patogenezine katkıda bulunur.
- Kronik inflamasyon: Yağ dokusu disfonksiyonu, proinflamatuar adipokinlerin (ör. leptin) artışı ve antiinflamatuar adiponektinin baskılanmasıyla karakterizedir. Bunun sonucunda IL-6, TNF-α ve CRP’nin yükseldiği düşük dereceli kronik inflamasyon oluşur. Bu inflamatuar ortam, oksidatif stres, DNA hasarı ve immün baskılanmaya yol açarak tümör destekleyici bir mikroçevre yaratır. Visseral yağ, subkutan yağa kıyasla daha metabolik aktiftir ve bu etkileri daha da kötüleştirir.
Ayrıca, artan kanıtlar bağırsak mikrobiyomundaki dengesizliğin obeziteyle ilişkili kanserlerin patogenezinde rol oynadığını göstermektedir. Bu, enerji alımının artışı, kronik düşük dereceli inflamasyon, bakteriyel β-glukuronidaz aktivitesi yoluyla östrojen metabolizmasının değişimi ve konak immün yanıtlarının düzenlenmesi gibi mekanizmaları içerir. Bu mikrobiyota kaynaklı süreçler, adipoziteyle ilişkili metabolik disfonksiyonu teşvik ederek obezite, mikrobiyal dengesizlik ve karsinogenez arasında bağ kurar.
Önerilen Obezite Önleme Yöntemleri
Kanserden sağ kalanlarda obezitenin etkin yönetimi, sonuçları iyileştirmek açısından kritik önemdedir; çünkü aşırı vücut ağırlığı nüks riskini, komorbiditeleri artırır ve yaşam kalitesini düşürür. Yapılandırılmış yaşam tarzı müdahaleleri (diyet değişiklikleri, egzersiz, davranışsal destek) daha fazla kilo kaybı, iyileşmiş metabolik profiller ve insülin, leptin ve inflamatuar sitokinler gibi kanserle ilişkili biyobelirteçlerde azalmaya yol açabilir.
LEANer ve SUCCESS C gibi randomize denemeler, yaşam tarzı müdahalelerinin patolojik tam yanıt oranlarını ve kansersiz sağkalımı iyileştirebileceğini düşündürmektedir. Özellikle, CHALLENGE çalışması, kanser özgül sağkalım faydasını gösteren ilk büyük ölçekli egzersiz müdahalesidir. Kemoterapi sonrası kolorektal kanserden sağ kalan 889 hasta, 3 yıllık yapılandırılmış egzersiz programına rastgele atanmış; bu program, yalnızca sağlık eğitimiyle karşılaştırıldığında hastalıksız sağkalımı anlamlı derecede artırmış ve genel sağkalımı uzatmıştır.
Kılavuzlar kilo yönetimini desteklese de optimal strateji konusunda fikir birliği yoktur ve uzun vadeli kilo kaybının sürdürülebilirliği zorluk teşkil etmektedir. Devam eden klinik çalışmalar, yaşam tarzı müdahalelerinin kanser sonuçlarına etkisini incelemektedir: BWEL çalışması, kilo kaybının erken evre meme kanseri sağ kalanlarında invaziv hastalıksız sağkalımı iyileştirip iyileştirmediğini; LIVES çalışması, diyet ve egzersizin ileri evre kadın hastalarda prognozu nasıl etkilediğini; INTERVAL çalışması ise yoğun aerobik ve direnç egzersizinin ileri evre prostat kanserli erkeklerde genel sağkalımı iyileştirip iyileştirmediğini araştırmaktadır.
Semaglutid gibi GLP-1 reseptör agonistleri ve bariatrik cerrahi, yaşam tarzı değişikliklerine uygun ek tedavi yöntemleri olabilir. Bu tedaviler, anlamlı kilo kaybı ve kardiyometabolik sonuçlarda iyileşme sağlamıştır; ancak kanserden sağ kalanlarda güvenlik ve uzun dönem etkileri daha fazla çalışmaya ihtiyaç duymaktadır. GLP-1 analogları özellikle umut verici olup, bazı obeziteyle ilişkili kanserler için risk azaltıcı etkilere dair erken kanıtlar mevcuttur. Bariatrik cerrahi de özellikle meme ve endometriyal kanserlerde obeziteyle ilişkili kanser riskinde belirgin azalma ile ilişkilendirilmiştir.
Sonuç olarak, bireyselleştirilmiş ve multidisipliner obezite yönetimi, kanserden sağ kalanların bakımına entegre edilmeli; böylece onkolojik ve genel sağlık sonuçları optimize edilmelidir.
Kaynak
The Rise of Early-Onset Cancers: Exploring the Role of Obesity and Metabolic Health